top of page
  • Twitter
  • Instagram
  • YouTube

Bütünleşme Teorileri 101: Federalizm

03.06.24

Yazan:

Tugay Karayel

Merhaba sevgili @ulidergi okuru. Bu hafta sizlerle yepyeni bir seriye, "Uluslararası İlişkilerde Bütünleşme Teorileri"ne başlıyoruz. Masaya yatıracağımız ilk teori ise Federalizm.

1. FEDERALİZM VE KONFEDERALİZM

1.1 Federalizm


Avrupa’da federalist düşüncenin temelleri 14. Yüzyıl gibi erken tarihlere kadar uzanmakla birlikte, teorinin entegrasyonu sağlayıcı bir araç olarak tahayyül edilerek ortaya çıkışının Birinci Cihan Harbi’nden yerle bir olmuş vaziyette çıkan kıtanın barış içerisinde nasıl yeniden inşa edileceği sorusuna cevap aramak kaygısı ekseninde gerçekleştiği bilinmektedir. Keza Avrupa’da federalist düşüncelerin ilk kez somut bir biçimde ele alınması Richard Coudenhove Kalergi’nin 1923 tarihli “Pan-Avrupa” eseri ile mümkün olmuş, zamanla Altiero Spinelli ve Winston Churchill’in katkılarıyla kavram meşruiyet kazanmaya başlamıştır (Soyaltin-Colella, 2015: s. 9). Kalergi eserinde Avrupa’da refah ve istikrara ulaşmak için gerekli çözümün ABD modeline benzer, Temsilciler Meclisi ve Senato ile hem halk hem de devletler düzeyinde temsilin mevcut olduğu bir Avrupa Federasyonu kurmak olduğunu ilan etmiştir (Açıkmeşe, 2004: s.5).


Kalergi’nin Pan Avrupa’sından üç sene sonra Birleşik Avrupa Hareketi isimli yapıtını yayınlayan Fransız politikacı Eduart Herriott, Kalergi’nin federalizm yolunda yaktığı kıvılcımın daha da büyümesini sağlamış, dönemin Fransız başbakanı Briand ise her ne kadar 1930 yılında bir memorandum yayınlayarak federalist düşünceye desteğini belirtse de söz konusu memorandumda aynı zamanda oluşturulacak yeni bir birlik nedeniyle ulus-devletlerin egemenliğinden ve bağımsızlıklarından ödün vermesi fikrine karşı çıktığını da bildirmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme bakıldığında, Avrupa’da bütünleşme fikrinin itibarı önemli derecede yükselmiş fakat söz konusu dönemde entegrasyon yönündeki neredeyse tüm gelişme ve girişimler ABD şemsiyesi altında gerçekleşmiş dolayısıyla tamamen bağımsız bir bütünleşme hareketi başlangıçta mümkün olmamıştır. İlerleyen süreçte başta Avrupa’da federalizm düşüncesinin ve elbette AB’nin öncülerinden biri olan Jean Monnet olmak üzere, Walter Hallstein, Altiero Spinelli, Beveridge, Brailsford, Hayek ve Jennings gibi pek çok isim Avrupa Birleşik Devletleri konseptine katkı sağlayacaklardır (Çakır, 2007: s. 73-74).


Söz konusu isimlerden Spinelli ve onunla birlikte Ernesto Rossi tarafından 1941 yılında yayınlanan Ventotene Manifestosu, Avrupa federalistleri için ayrı bir önem taşımasının yanı sıra, 1946 yılından beri aktif olan Avrupa Federalistleri Birliği için hala bir yol haritası niteliğindedir (Özdemir, 2019: s. 58). Avrupa Federalistleri’nin günümüzde hala ne kadar faal olduğunu belirtmek için 2010 yılında diğer bazı federalist organizasyonlarla oluşturdukları “Spinelli Grubu” ve bu grubun ilan ettiği manifesto örnek olarak verilebilir. Zira 2010 yılında ilan edilen bu manifesto, karşılıklı bağımlılık ve küreselleşmenin bu kadar yoğun yaşandığı günümüz dünyasında ulusal egemenlik ve hükümetler arası organizasyon gibi kavramlara bağlı kalmanın AB değerlerine uyuşmadığını, dolayısıyla Avrupa’nın tüm milletleri kucaklayacak bir federasyona ihtiyaç duyduğu vurgulanmaktadır (Aygün, 2014: s. 18).


Federalizm kuramı hakkında sadece Avrupa’da değil ama tüm dünya genelinde yapılan ilk detaylı incelemelere ve kavramın özünün meydana çıkarılmasının en erken örneklerine Amerikan politika biliminin esaslı yapıtlarından biri olan The Federalist Papers’ta rastlamak mümkündür.


 Söz konusu eserin yazarları Alexander Hamilton, John  May ve James Madison yazılarında federal olarak düzenlenmiş, merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında makul bir denge gözeten bir idare anlayışının, ülkeler arasındaki çatışmalar nedeniyle meydana gelen istikarsızlıkları engellemek adına en uygun çözüm yolu olduğunu vurgulamaktadır. Yazarların belirttiği gibi gerçekten de federalizm teorisi için yerel ve merkezi yönetimler arasında kurulacak makul bir denge hayati önem taşır. Tıpkı Avrupa Birliği’nin meşhur sloganında “çeşitlilik içinde birlik” olarak belirtildiği gibi federalizm teorisinde de federal hükümete bazı alanlarda ortak politikalar üretme imkanı sağlanırken, “birlik içinde çeşitlilik” sloganıyla uyumlu olarak da eyalet kurumlarına kendi özgürlüklerini güvence altına almaları için gerekli haklar tanınmaktadır (Özdemir, 2019: s. 50-51).


Federalizm teorisinin ortaya koyduğu temel sav, uluslararası sorunların çözülmesi için ulus-devlet konseptinin artık yeterliliğinin ve geçerliliğinin kalmadığı, söz konusu ulus-devletlerin yerine anayasal düzlemde kurulacak bir federal kurumun kıta barışını korumada çok daha etkili olacağıdır (Soyaltin-Colella, 2015: s. 9). 


Rosamond’un (2000, s. 23) Spinelli’den yaptığı aktarıma göre federalizm ulus devletlerin vatandaşlara artık sunamadığı ekonomik ve siyasi hakların, Avrupa halkları tarafından kurulan bir meclis vasıtasıyla hazırlanan bir anayasa ile güvence altına alınmasını hedeflemektedir. Bu durumda Avrupa’nın diplomatlar aracılığı ile değil, ama kendi halkları tarafından sunulan politikalarla idare edilmesi mümkün olacaktır. Hatta II. Dünya Savaşı sonrası federalistlerinin görüşleri incelendiğinde ulus-devletleri yalnızca savaşı önlemek konusunda ya da vatandaşların hakkını korumak hususunda etkisiz kalmakla değil, ama ayrıca bizzat savaşın meydana gelmesinin sorumlusu olmakla da suçlama eğiliminin mevcut olduğu gözlemlenebilir. Fransız devriminden beri süregelen “ulus” bilinci artık farklı bir boyuta taşınmıştır. Çünkü federalistler artık ulus kavramının yaşayıp yaşamadığını sorgulamakta, hatta vatandaşlık haklarının elde edilmesini bir milliyete bağlı olmakla açıklamanın yanlış olduğunu vurgulamaktadır. Federalistlere göre kurulacak “Federal Avrupa” doğrudan yönettiği alandaki insanların kendisiyle olabilecek en yakın ilişkilere girmeli, millet kavramı odak noktası olmaktan çıkarılmalıdır. Federal hükümetin temel sorumluluklarına gelecek olursak bu noktada üç temel politika alanından söz edebilmek mümkün olacaktır: savunma politikaları, ekonomik politikalar ve dış ilişkiler (Troitino ve Chochia, 2012: s. 1-2).


Kökeni “devlet” kavramından daha da eskiye dayanan “federalizm” prensibini yeknesak, durağan ve değişmez kabul etmek doğru bir bakış açısı değildir. 


Aksine bir merkezi yönetim ve onun altındaki yerel yönetimler arasında yetki paylaşımına işaret eden federalizmin tezahürü içerik, işlev ve derinlik gibi özellikler açısından federasyondan federasyona değişim gösterebilir. Burada vurgulanması gereken nokta ise federasyon yönetim şeklinin otorite, güç ve yönetimin paylaşımı noktasında federasyonların ortaklaştığıdır. Zira birbiriyle ortak bir düzlemde buluşabilen, özerk siyasi yapıların merkezle koordineli çalışması söz konusu olmadıkça işler bir federasyondan söz edebilmek mümkün değildir. Federalizm’in Avrupa Birliği bakımından fikir babalarının görüşüne göre Birlik kendi siyasi karakterini sağlamlaştırdıkça kendisini meşru zeminde federasyon olarak tanıtmak mecburiyetine girecektir (Kühnhardt, 2008: s. 450-453).


1.2.Konfederalizm


Konfederalizm konseptini incelediğimizde ve federalizm ile kıyasladığımızda gücün bu sefer devlet ya da eyaletler ile merkezi hükümet arasında paylaştırılmaktan ziyade konfederal sistemi oluşturan tüm devletler tarafından ortaklaşa bir biçimde elde tutulduğunu gözlemliyoruz. Ayrıca federalizmde merkezi hükümet ve yerel yönetimlerin yetkiyi bizzat halktan aldıkları ve halkın üzerinde otoritelerini kullanabildikleri bir durum söz konusuyken, konfederalizmde ise yetkisini yerel yönetimlerden almış olan merkezi yönetimin halk üzerinde herhangi bir doğrudan etkisinin olmadığını bilmekteyiz. Konfederalizmi kısaca iki veya daha çok devletin, belli başlı çıkarlarını muhafaza etme ya da yükseltme amacıyla esnek bir biçimde kendi kimliklerini muhafaza ederek bir araya gelmesi ve bazı yetkilerini merkezi yönetime aktarması olarak ifade edebiliriz. Dünyada günümüze kadar konfederalizme örnek teşkil eden yapıları ise 1781-1789 ABD’si, 1815-1871 Almanya’sı ve günümüz İsviçre’si olarak sıralayabiliriz (McCormick, 2002: s. 6-7).


Elbette Avrupa Birliği’nin federalizme yaklaşımı diğer federalist örneklerden farklıdır. Zira Birlik, entegrasyon yolculuğuna Spinelli’nin önerdiği gibi federal yapılar inşa ederek başlamamış, daha ziyade Monnet’nin federalizmine uygun olarak Federal Avrupa’yı yolculuğun sonunda ulaşılacak bir yer olarak belirlenmiştir. Şayet Avrupa Birliği bir gün gerçekten de kuramın öngördüğü üzere federal bir yapıya kavuşursa, üye ülkeler arasındaki onca kimliksel çeşitliliğe rağmen bunu başardığı için zaten federalizm konseptinin başarısının sınırları hakkında yeni sorgulamalara yol açacaktır (Özdemir, 2019: s. 56-57).


Sancaktar’ın (2013: s. 126) da vurguladığı üzere konfederalizm kuramının çıkış noktası federal teoriye yönelik bir eleştiridir. Zira bir önceki paragrafta da belirtildiği üzere esnek bir yapılanma olan konfederalizm devletlerin ulusal egemenliğini muhafaza etme kaygısı gütmekte, dolayısıyla federasyonun amaçladığı gibi bir “üstün devlet” değil, fakat birbirine organik bağlarla bağlı bir devletler sistemi yaratmayı amaçlamaktadır. Federasyon bir anayasa çerçevesinde ortak bir idare kurarken, konfederasyonda devletler anlaşmalar yoluyla bir araya gelmektedir.

Federalizme dönük diğer eleştiriler incelendiğinde, özellikle tamamen gerçek hayattaki işlerliğe odaklanmış olan bu kavramın bilimsel yönünün yeterince kuvvetli olmadığı, dolayısıyla da bu durumun kuramı entelektüel düzlemde ilerleme kaydedilmesi güç bir kavram haline getirdiği hususunun üzerinde durulduğu fark edilmektedir. Öte yandan teorinin ulus devletlerin federal olarak örgütlenmiş bir üst kuruma yetki devri konusundaki çekincelerinin yeterince değerlendirilmediği eleştirisi de karşımıza çıkmakta, söz konusu eleştiri işlevselci/yeni-işlevselci teoriler için kapı aralamaktadır (Açıkmeşe, 2004: s. 5).


 Özellikle erken dönem federalistlerinin yeterince itinalı ve mantıklı bir anayasa tasarısının oluşturulmasından sonra Avrupa’da federalist bir entegrasyonun aniden sağlanabileceğine dair öngörüsü gerçekleşmediği gibi eleştiri konusu da olmuştur. 1968 yılında Karl Deutsch da federalistleri henüz hazır olunmadan erken bir birleşmeyi önerdikleri iddiasıyla eleştirmiştir (Rosamond, 2000: s. 26; Kühnhardt, 2008: s. 469).

Diğer Yazılar

08.01.25

Trump'tan "Donroe Doktrini" İlanı: "Grönland Bizim Toprağımız!"

Donald Trump, bugün Florida'daki malikanesi Mar-a-Lago'da yaptığı bir açıklamada Grönland'ın ABD topraklarına dahil edilmesi gerekliliğini bir kez daha vurguladı. Trump, bu talebinin özellikle "ulusal güvenlik ve bağımsızlık" amaçlarına hizmet edeceğini belirtti ve Grönland'ı ABD için "kritik bir bölge" olarak tanımladı.

29.12.24

ABD’nin Küresel Hegemonluğu Terk Ettiği Bir Dünyada Yeni Liberal Uluslararası Dünya Düzenini Neler Bekliyor?

2016 yılı ABD tarihi açısından önemli bir kırılma noktasıydı. Zira Donald Trump gibi nevi şahsına münhasır bir lider başkanlık koltuğuna oturmuştu. Mevcut konjonktürün aksine Trump artık Avrupa’nın abisi rolünü ABD’ye daha fazla oynatmak istemiyordu. Ekonomik olarak külfetli olduğu için ABD kendisini doğrudan ilgilendirmedikçe hiçbir soruna müdahil olmamalı ve kendi çıkarını öncelemeliydi.

22.11.24

Milliyetçilik, Millet ve Toplum Üzerine

Milliyetçilik kavramı, her ne kadar bugün kullandığımız modern anlamıyla tarih sahnesine Fransız İhtilali zamanı çıkmış olarak kabul edilse de aslında tarih boyunca hep olagelmiş bir mefhumdur. Bu kavramın ilk örneklerini insanlığın ilk kabilelerinde ve klanlarında görmek mümkündür.

bottom of page