top of page
  • Twitter
  • Instagram
  • YouTube

İdeal Dış Politika Nasıl Olmalı

18.02.23

Yazan:

Tugay Karayel

Merhaba sevgili @ulidergi okuyucusu. Bu makalemizde sizinle dünya gündeminden biraz uzaklaşmak, dış politika ve siyaset üzerine, tabi ki bir Uluslararası İlişkilerci bakış açısıyla bir deneme yazısı paylaşmak istiyoruz. Keyifli okumalar...

Merhaba sevgili @ulidergi okuyucusu. Bu makalemizde sizinle dünya gündeminden biraz uzaklaşmak, dış politika ve siyaset üzerine, tabi ki bir Uluslararası İlişkilerci bakış açısıyla bir deneme yazısı paylaşmak istiyoruz. Keyifli okumalar...


"Woodrow Wilson’ın “14 Nokta” ile sağlamak istediği liberal cennetten bizi ne alıkoyuyor? Hoş, Wilson’ın da kendi prensipleriyle kurulan Milletler Cemiyeti’ne daha kendi ülkesi ABD’yi üye yapamadan bu dünyadan göçtüğünü düşündüğümüzde bu tip politikacıların ideallerini topluma kabul ettirme konusunda pek de başarılı olamadıklarını görüyoruz."


Sizce bir ülke kendisi için en doğru dış politikayı nasıl kurgular? Kaygı duyulacak ilk mesele ülkenin menfaatleri mi yoksa uluslararası düzenin uyumu mu olmalıdır? Ya da diplomasi bir “sıfır toplam oyunu” olarak görülebilir mi? Her zaman bir kazanan ve kaybeden mi vardır yoksa orta noktada buluşarak uluslararası güvenlik ve refaha giden yol için çaba sarf edilebilir mi? Aslına bakılırsa insanlık tarihi dış politikayı yalnızca galibiyet/mağlubiyet düzleminde kabul eden “Machiavellist” politikacılarla doludur. Her ne kadar Machiavelli’nin “zafere giden her yol mubahtır” şeklindeki değerlendirmesinin kendi yaşadığı yüzyılın koşullarına bakılmaksızın ona büyük eleştiriler yöneltilmesine sebep olmasından şikayetçiysem de dış politikada realist teoriyi izleyenler için bu sözün çok önemli bir çıkış noktası olduğunu da kabul etmek durumundayım. Ayrıca Henry J. Temple’a ithaf edilen “İngiltere’nin ebedi dostları ve düşmanları yoktur, değişmez çıkarları vardır” sözü de dış politikada ulusal çıkara verilen önem için büyük bir örnek teşkil etmektedir.

Fakat 21. Yüzyıl’ın dünyasında hala daha ulusal çıkar kavramından vazgeçememiş olmamıza neden olan şey tam olarak ne? Woodrow Wilson’ın “14 Nokta” ile sağlamak istediği liberal cennetten bizi ne alıkoyuyor? Hoş, Wilson’ın da kendi prensipleriyle kurulan Milletler Cemiyeti’ne daha kendi ülkesi ABD’yi üye yapamadan bu dünyadan göçtüğünü düşündüğümüzde bu tip politikacıların ideallerini topluma kabul ettirme konusunda pek de başarılı olamadıklarını görüyoruz. Çok acıdır ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de “Yurtta barış, cihanda barış” ilkesinin bugün çok da rağbet görmediği bir dünyada yaşıyoruz. Pek çok dünya ülkesinde halk popülist söylemleri büyük bir ilgiyle kucaklıyor. Bir ulus olmak için önce bir “biz” bir de “ötekiler” kavramına ihtiyaç vardır derler.


Tabi bir de bizi yücelten değerlerimiz ve sembollerimiz. Aynı sembollerin karşıtları da “öteki” uluslar tarafından yüceltilir mesela. Ama her ne hikmetse iki ulus da birbirinin sembollerini aşağı görmeye bayılır. Popülist siyaset de tam da bu durumda işe yarar. Bizdekiler normalden yukarı, ötekilerdeki ise normalden aşağı gösterilir. Galeyana gelmeye dünden razı halk daha düne kadar komşusu olan insanlara karşı bir gecede düşman kesilebilir, tıpkı Ruanda’da Hutu ve Tutsi’ler gibi.

Hutu ve Tutsiler’in durumu gerçekten çok trajiktir. Ruanda’da yaşayan birbirinden çok ufak farklarla etnik olarak ayrıştırılmış olan bu iki halk yıllarca kendilerini sömüren ülkeler tarafından birbirlerine kışkırtılmıştır. Gün gelip de bu halktan biri diğerine korkunç bir s*ykırım uygulamaya başladığı zaman yardımlarına Birleşmiş Milletler bile gelmeyecek, bölgedeki sömürgeci güçler ise insanları silahlandırmaktan başka bir çaba içerisine girmeyeceklerdir. İşte, popülist siyasetin iç politikadaki sonuçları bunlardır. Halk daha kendi içerisinde birlik olma konusunda bu kadar sorun yaşarken, dışarıdan bir ülkeye karşı kışkırtıldığında ortaya çıkacak sorunları tahmin edebilir misiniz? Tam da bu yüzden dış politikada idealist bir biçimde uluslararası çıkarı savunmak gerektiğine inanıyorum. Kulağa hiç de kolay –hatta bazıları için hoş- gelmediğinin farkındayım. Ancak ulusal çıkar kavramının tehlikeli ellerde ortaya çıkarabileceği korkunç sonları bizzat günümüzde Rusya-Ukrayna savaşı ile görmekteyiz. Kaldı ki bu Rusya için bir ilk değil, aynı sonucu Çeçen savaşında da Güney Osetya savaşında da görmüştük fakat dünyada son zamanlarda yükselişte olan radikal sağ partilere bakılırsa insanlık hala daha “çıkar” fikrine “uyum” fikrinden daha sıcak bakıyor.

Realizm konusunda bu kadar sert konuştuysak da bu elbette liberal söylemin kusursuz olduğu anlamına gelmiyor. Zira ABD’nin “özgür dünyanın koruyucusu” rolü son yıllarda Ortadoğu coğrafyasına yıkımdan başka bir şey getirmedi. Demek oluyor ki dünyanın bir tek koruyucu devlete değil, bir devletler mekanizmasına ihtiyacı var. Fakat bu devletler mekanizması rolü tam olarak Birleşmiş Milletler’e uyabilecek bir kavram da değil.


Zira bugün Birleşmiş Milletler de tıpkı Cemiyet-i Akvam’ın 2. Dünya Savaşı’na engel olamaması gibi Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasına engel olamadı. Güvenlik Konseyi bu savaşta adeta işlevsiz kaldı. Günümüzde dünyanın en müreffeh ve barışçıl ülkelerinden biri olan Almanya siyasi tarihi yüzünden daimî üye olamazken, Rusya ve Çin gibi son yılların en agresif ülkeleri bu koltuklarda yer alabiliyorlar.

Peki Rusya-Ukrayna savaşı sonrası siyasi düzen nasıl olacak. Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan Versay Anlaşması’nda Almanya’ya dayatılan koşulların ülkede H*tler gibi bir adamın iktidara gelmesine sebep olduğunu biliyoruz. Peki eğer ki P*tin Rusya’sı Batı’nın yaptırımları ile yenilebilirse oluşturulacak yeni düzende Rusya’nın yeri ne olacak? Tıpkı şu an olduğu gibi Rusya dünyadan dışlanacak mı? Eğer sisteme yeniden dahil edilecekse Güvenlik Konseyi daimî üyesi olan bu ülkenin aynı agresif tutumunu yeniden takınmayacağından nasıl emin olunacak? Bu yazının ucu bir şekilde yine geldi Rusya-Ukrayna savaşına dokundu, lakin bu yazımda yapmak istediğim aslında olanı değil olması gerekeni tartışmaktı. Avrupa’da popülist-sağ partilerin son yıllarda en çok ilgi gördüğü şu dönemde gerek kıtada gerekse dünyada barış için ulus devletlerin dış politikalarını en doğru şekilde nasıl kurgulamaları gerektiğini sorgulamaktı bu yazının amacı. Kant gibi bir dünya federalizmini önermiyorum tabi ki (henüz). Ancak insanlığın uzayda koloni kuracak kadar geliştiği günümüz dünyasında ulusal çıkar gibi sebeplerle çıkan savaşlar artık çağın çok gerisinde uygulamalar olmalı.

Realizm-İdealizm tartışması elbette ilk defa bizim yaptığımız bir tartışma değil, söz konusu konu bir sayfalık bir görüş yazısıyla nihayete erecek bir konu da değil. Ancak siz değerli takipçilerimizden de fikirlerimize karşıt yorumlar almayı ve bakış açımızı genişletmeyi çok isteriz. Bu yüzden lütfen siz de ister insan insanın kurdudur diyen Hobbes’un yolunda olun, ister Woodrow Wilson ya da Kant gibi tüm devletlerin bir arada barış içerisinde yaşama ihtimaline inanan amansız bir idealist, kapımız size ardına kadar açık!

Diğer Yazılar

08.01.25

Trump'tan "Donroe Doktrini" İlanı: "Grönland Bizim Toprağımız!"

Donald Trump, bugün Florida'daki malikanesi Mar-a-Lago'da yaptığı bir açıklamada Grönland'ın ABD topraklarına dahil edilmesi gerekliliğini bir kez daha vurguladı. Trump, bu talebinin özellikle "ulusal güvenlik ve bağımsızlık" amaçlarına hizmet edeceğini belirtti ve Grönland'ı ABD için "kritik bir bölge" olarak tanımladı.

29.12.24

ABD’nin Küresel Hegemonluğu Terk Ettiği Bir Dünyada Yeni Liberal Uluslararası Dünya Düzenini Neler Bekliyor?

2016 yılı ABD tarihi açısından önemli bir kırılma noktasıydı. Zira Donald Trump gibi nevi şahsına münhasır bir lider başkanlık koltuğuna oturmuştu. Mevcut konjonktürün aksine Trump artık Avrupa’nın abisi rolünü ABD’ye daha fazla oynatmak istemiyordu. Ekonomik olarak külfetli olduğu için ABD kendisini doğrudan ilgilendirmedikçe hiçbir soruna müdahil olmamalı ve kendi çıkarını öncelemeliydi.

22.11.24

Milliyetçilik, Millet ve Toplum Üzerine

Milliyetçilik kavramı, her ne kadar bugün kullandığımız modern anlamıyla tarih sahnesine Fransız İhtilali zamanı çıkmış olarak kabul edilse de aslında tarih boyunca hep olagelmiş bir mefhumdur. Bu kavramın ilk örneklerini insanlığın ilk kabilelerinde ve klanlarında görmek mümkündür.

bottom of page