top of page
  • Twitter
  • Instagram
  • YouTube

Milliyetçilik, Millet ve Toplum Üzerine

22.11.24

Yazan:

Tugay Karayel

Milliyetçilik kavramı, her ne kadar bugün kullandığımız modern anlamıyla tarih sahnesine Fransız İhtilali zamanı çıkmış olarak kabul edilse de aslında tarih boyunca hep olagelmiş bir mefhumdur. Bu kavramın ilk örneklerini insanlığın ilk kabilelerinde ve klanlarında görmek mümkündür.

Zira “bize karşı öteki” gibi çok temel bir varsayımla hareket eden insanlık için milliyet bağının en önemli gereksinimleri ortak değerler, kaygılar ve çıkarlardır. Bu bağlamda düşünülünce modern insanın ilkel insandan pek de farkı yoktur. Gerekli silahlara sahip olan ilkel insan için vahşi hayvanlardan eti lezzetli olanları “ortak çıkar” olarak görülebilir. Aynı hayvanın etini yemeyi arzulayan diğer kabileler ise “öteki” mefhumuna örnektir. Bu durumda o eti yiyememe kaygısı da kabilenin “biz” olmaya yolundaki zincirin son halkası olarak görülebilir.


Günümüzde artık avcı toplayıcılık yapmaya ihtiyacımız yok. Zira herhangi bir süpermarkete gidip, dünyanın hiç gitmediğimiz bir ucunda üretilen bir ürünü satın alarak yeme imkanına sahibiz. Ancak ait olduğumuz cemiyetle alakalı “orak değerler”, “ortak çıkar” ve “ortak kaygılar” gibi tanımlayıcı özelliklerimiz hala daha aidiyetimizin belirleyici unsurlarıdır. 


Örneğin savaşkanlık ortak değerimiz olabilir veya çok çalışkanlık, pek tabii miskinlik de toplumsal ortak değerimiz olabilir. Bu değer zamanla oluşurken, toplum söz konusu ortak değere uyum sağlamayan her bireyi sistemin dışına atma eğilimi gösterecektir. Yani eğer bir toplum miskinliği ve bedavacılığı kendine bir ortak değer çatısı olarak belirlemişse, çalışkan bireyleri eninde sonunda sistemin dışına atmaya çalışacaktır. Böylece miskinler toplumunda kendine yer edinemeyen çalışkan bireyler ya diğerlerine uyum sağlayarak sistemin devamlılığı uğruna kendilerini feda edecekler, ya da başka bir topluma entegre olmak yoluyla sistemi terk edeceklerdir. İki yolu da gerçekleştiremeyen bireyler ise ömür boyu arafta kalacaklar ve etkileri sistemi değiştirmeye yetmeyecektir.

Günümüzün modern ulus devletlerinin toplumlarına baktığımızda aslında her birinin binlerce yıllık süregelen bir toplum geleneğinin en güncel halinden ibaret olduğunu görürüz. Çıkarlar, kaygılar ve değerler zaman içerisinde değişim göstermiştir fakat toplumun bu üç element üzerindeki fikir birliği hiç değişmemiştir. 


Toplumlar güçlü zamanlarında ellerindeki silahları ortak düşmanlarına doğrultmuş, güçsüz zamanlarında ise kendilerine doğrultulan silahlardan kaçmayı öncelemişlerdir. Tarih boyunca ortak düşmanlarından kendini en iyi sakınan, ortak kaygıları en fazla taşıyan ve ortak değerlerini asimile olmadan en iyi şekilde muhafaza eden toplumların bugünün modern milliyetçiliğinin de kökenleri inşa etmişlerdir.


Özetle milliyetçilik, şovenizmden farklı olarak salt bir biçimde kendi ırkının geçirdiği savaşları övmek değildir, aksine sosyal bir canlı olan insanın yaşamını tehlikelerden koruyarak sürdürmek için başvurduğu bir hayatta kalma yöntemidir. İster makro ister mikro olsun, her insan belli bir toplumun milliyetçisidir. Bu yüzden esasen milliyetçilik kavramı özünde var olmak için bir millete ihtiyaç duymaz, aksine milliyetçilik millet kavramını üretir. Feodal devletler olarak tarih sahnesinde yer aldıkları günlerden dolayı İtalyanlar ya da Alman prenslikler için “onlar birer millet örneği değildi” diyebilir miyiz? Peki ya Ruslar? Tarih sahnesine Kiev Kinyaslığı olarak çıkana kadar bu insanlar bir kabile, klan ya da toplum olarak tanılandırılmıyor muydu? Peki bu üç mikro toplum ifadesini “millet” kavramından tam olarak nasıl ayırt edebiliriz? 


Doğrusu şu, eğer ki ortak bir “biz ve onlar” perspektifine sahip oldukları ve bunu hayatlarının temel öğesi yaptıkça on kişiden de bir millet oluşabilir. Fakat burada esas nokta, millete dahil olmanın, dahil olmamaktan daha karlı bir hale getirilebilmesidir. Çünkü ancak bu şekilde bir millet güçlenebilir ve milliyetçilik sayesinde toplumun ayrışması değil daha da kenetlenmesi sağlanabilir. Eğer ki bir millete ya da klan olma hali, mensuplarına faydadan çok zarar vermeye başladıysa, o vakit çözülme kaçınılmaz olacak ve kendi ortak “değer, çıkar ve endişeleri” olan yeni parçalar ortaya çıkacaktır. Milletlerin önündeki en önemli tehlike modern dünyada milliyetçilik değil, işte bu çözülmedir. Buna engel olmak için yapılması gereken şey ise şu an dünyada yükselişte olan popülizmin aksine millete aidiyetin sürekli yüceltilmesi değil, daha faydalı hale getirilmesidir.

Diğer Yazılar

08.01.25

Trump'tan "Donroe Doktrini" İlanı: "Grönland Bizim Toprağımız!"

Donald Trump, bugün Florida'daki malikanesi Mar-a-Lago'da yaptığı bir açıklamada Grönland'ın ABD topraklarına dahil edilmesi gerekliliğini bir kez daha vurguladı. Trump, bu talebinin özellikle "ulusal güvenlik ve bağımsızlık" amaçlarına hizmet edeceğini belirtti ve Grönland'ı ABD için "kritik bir bölge" olarak tanımladı.

29.12.24

ABD’nin Küresel Hegemonluğu Terk Ettiği Bir Dünyada Yeni Liberal Uluslararası Dünya Düzenini Neler Bekliyor?

2016 yılı ABD tarihi açısından önemli bir kırılma noktasıydı. Zira Donald Trump gibi nevi şahsına münhasır bir lider başkanlık koltuğuna oturmuştu. Mevcut konjonktürün aksine Trump artık Avrupa’nın abisi rolünü ABD’ye daha fazla oynatmak istemiyordu. Ekonomik olarak külfetli olduğu için ABD kendisini doğrudan ilgilendirmedikçe hiçbir soruna müdahil olmamalı ve kendi çıkarını öncelemeliydi.

22.11.24

Milliyetçilik, Millet ve Toplum Üzerine

Milliyetçilik kavramı, her ne kadar bugün kullandığımız modern anlamıyla tarih sahnesine Fransız İhtilali zamanı çıkmış olarak kabul edilse de aslında tarih boyunca hep olagelmiş bir mefhumdur. Bu kavramın ilk örneklerini insanlığın ilk kabilelerinde ve klanlarında görmek mümkündür.

bottom of page